Meslek büyüklerimizden ilk öğrendiğimiz şey, bir iddiayla ilgili olarak 'en az üç güvenilir farklı kaynağa sor, en az ikisinin söyledikleri iddialarla net örtüşsün'dü..
Yetmez...
Bilgiyi ya da iddiayı 'taraf' olan kişiye de sor.. En azından 'Böyle bir şey yok desin, cevap hakkı ver'..
Yetmez...
O bilgiyi ya da iddiayı 'belgele'..
Yetmez...
Eğer iddiaya konu olan haber uygunsa 'resimle, görüntüle'...
Yetmez...
'Gerçeğe uygun olsun. Doğal yaşamın akışına aykırı olmasın' Yani olabilirlik unsuru var olsun..
Yetmez..
Güncel olsun... Kamuoyu çıkarı bulunsun...
Yetmez...
İddia ile olay ve kişiler arasında bir bağlantı olsun.. (Ki; Yargıtay İçtihat Kararları'nda da özellikle ceza davalarında son üç unsuru, haberin doğruluğunda 'ifade özgürlüğü, kamuoyunun bilgi edinme kapsamında istiyor)...
İşte şimdi 'habercilik' yapmak bizim meslek büyüklerimizden öğrendiğimiz ilk kuralları değil, 'yetmez diye yazdığım kısımları da' kapsıyor..
Yani gazetecinin işi zor. Tüm bu objeleri bir araya getirip, haber yapması gerekiyor..
Elbette 'normal bilgi aktarımı özelliği' taşıyan haberlerden bahsetmiyorum..
Bahsettiğim 'Dosya haberciliği'..
Son zamanlarda Türkiye'de yaşanan gazetecilik değişiminin yankılarını Samsun'da da görmek mümkün..
Samsun belki de bu konuda bir adım önde de diyebiliriz..
İzlediğiniz bazı gazetecilik türleri içinde bu bahsettiğim kuralların hangisine rastlayabiliyorsunuz bilmiyorum ama 'açılan dava sayılarının artığını sanırım izliyorsunuz'..
Hatta patlama yaşandığından söz edebilirim..
Yani bundan şunu da çıkarabiliriz.. Gazetecilik yapanlar 'cesurum' diyenler' bir anlamda birileri tarafından kullanılıyor... Çünkü 'malum kişiler işlerini gördürdüğü cesurları sever'!...
Samsun'da hiçbir dönemde bu kadar yoğun bir dava akışı görmemiz mümkün olmadı.. (Yıllar sonra davalar sonuçlandığında yani emeklilik döneminde kimse sahip çıkmıyor bilesiniz. Yazının sonunda bunu örneklendireceğim)
Aslında gazetecilerin bu konuda yapabilecekleri çok kolay. Getir belgeni kardeşim ben araştırayım, yayına değerse ve doğruluk payı varsa, yazarım, fotoğrafı, görüntüyü de pat yapıştırırım demeli..
Ama öyle olmuyor.. Acısı haberi yaptıktan sonra başlıyor..
Tekzip, suç duyurusu, tazminat davası derken, bir saatte yazılan bir haber yıllar süren 'adliye koridoru mücadelesine dönüyor'...
Kimseyi suçlamak değil amacım. Kimseyi de örnek göstermek istemiyorum.. Ama 'bizim meslekte davaların ne olduğunu bilen biri olarak ve çok şükür 24 yılda 'tek kazası' olmayan bir meslektaşınız olarak, 'Bahsettiğim o zor günleri yaşayanları çok gördüm'..
Örnekle anlatalım..
Sabah Gazetesi'nde görevli olduğumda isminin önünde unvanları bulunan bir kaç öğretim üyesi belgelerle gelmişti.. Verdikleri belgeler netti ve doğru gibi gözüküyordu..
Anlattılar, dinledim, belgelere göz gezdirdim.. Haberi yapacak mısınız dediler. Hatta eklediler. "Aleyhte dava açılır da kaybederseniz, çıkacak tazminatı biz öderiz. Kaybetme imkanı sıfır ihtimal'..
Ben son sözlerini dikkate almadım.. Ama tabii ki, yaparım ama 'siz önce savcılığa suç duyurusunda bulunun', rektörlük soruşturma için izin vermese bile savcılık soruşturması açılınca haber yapabilirim, rektörlüğün izin vermemesini de ayrıca haber yapabilirim dedim.
Tamam dediler. Ben ertesi gün 'savcılığa yapılan suç duyurusunu beklerken bir yerel gazetede o haberi gördüm'..
Benim yapmadığım bir haberi, o akşam bir başka meslek büyüğümüze götürmüşlerdi. O da hemen manşete çakmış. Bir de köşe yazmış..
Ertesi gün kıyamet koptu. Suç duyurusu, tazminat davası derken, süreç başladı. Belgeler var, iddialar net, her şey var ama ne yok biliyor musunuz..
Size göre 'suç olması gerekir diye düşündüğünüz' uygulama, teknik bir içeriği olduğundan 'yasal olarak suç değilmiş'...
Yerel mahkeme, itiraz, Yargıtay derken dava 7 yıl sonra sonuçlandı. O dosyaları getiren hocalar davayı unuttu ama Gazeteci 'davamda haklıyım' dedi, Yargıtay'ın kapılarını tırmaladı..
Bitmedi... Sonuç 30 bin lira tazminat..
Bitmedi.. Otomobili bir trafik kontrolünde haciz edildi..
Bitmedi... Evine haciz geldi, satışı istendi..
Bitmedi.. Ben dahil kaç kişi hocaların kapısına gitti. 'Siz iddiayı ortaya attınız tazminatın bir kısmını siz ödeyin. Yardımcı olun arkadaşımıza dedik'.
Verdikleri yanıt ilginçti.. 'Yapmasaydı haberi. Size de getirdik siz yapmadınız. Keşke o da savcılık suç duyurusu diye ısrar etsiydi'..
Bitmedi.. Tazminat davasını kazanan hocaya gittik... Bana sormadı. Sorsaydı, izah ederdim, anlardı dedi..
Sonuçta gazeteci parayı ödedi..
İşte olay bu.. Gazetecilik adrenalini yüksek, zevkli bir iştir ama, bir anlık dikkatsizlik, gereksiz cesaret, yarını düşünmeme, çamur at izi kalsın düşüncesi ya da uzun süren dava sürelerine güven, 'aslında geleceğini ipotek altına alır'..
Yani acısı sonra çıkar... Ve ne hikmetse sadece 'o acı gazeteciyi' yakar..
Şimdi ki dostlar, hadi bunu da yaz diyenler mi?.. Onlar, çoktaaaan o olayı da seni unutmuşlardır.. Artık tek başınasın..
Hani son günlerde 'Bir gazeteye bir belediye başkanı tarafından bir kamyon kağıt verirken çekildiği iddia edilen' görüntüler olduğu iddia ediliyor ya, işte o nedenle bir hatırlatma yaptım..
O görüntüler olduğunu iddia edenlere ben olsam şöyle derdim.. O görüntüleri git savcılığa ver, 'bu rüşvettir de suç duyurusunda bulun'. Görüntünün bir kopyasını da bana ver.. Ben de savcılık soruşturma yaparken, 'göğsümü gere gere' o haberi yaparım..
Eğer savcılığa suç duyurusunda bulunmazsa, öyle bir görüntüyü de halen görmediysem bir soru daha sorarım. 'Ben niye yanayım, Ben bu iddiayı size güvenip niye yazayım. Yalan haber, iftira diye dava açılırsa, nasıl ispat edeceğim o iddiayı. Görüntü nerede, belge nerede, aslı astarı nedir?...
O iddiayı yazar da dava sonunda tazminat çıkarsa kim ödeyecek diye sormam, örneğini çok gördüm.. Çünkü; tek başınasın.. Telefonuna bile bakmayacağından eminim...
Umarım bu sorular sorulmuştur.. Sorulmadıysa, sıkıntı var ve 'o gün geldi, çattı'..
Şimdi 'iddiayı ispat zamanı'..